Değmeyen şeyler var hayatta. Üzülmeye değmeyen ayrılıklar, düşünmeye değmeyen anılar ve konuşmaya bile değmeyen insanlar gibi...
Hayat işte bu.
Bu gün varız, yarın yokuz.
Hangi insanın bize neler kazandıracağını veya kaybettireceğini en başından bilemiyoruz.
Yaşayarak görüp anlıyoruz bazı şeyleri.
Bugün bize çok iyi gelen şey başka bir gün bir bakıyoruz geride kalmış sadece. Bir zaman sonra karşımıza çıkan bir fotoğraf bile acıtabiliyor canımızı. Bir koku duyup geçmişi hatırlayabiliyoruz.
Hep üzülen biri oluyor tüm olaylar karşısında.
Fakat üzülmek neyi geri getirir?
Bu hayatı başkaları için yaşadığımız sürece zaten üzülmeye mahkumuz. Kendi içimizden geçen şeyleri yapamadıkça, insanların ağzına baktıkça üzülürüz.
Ve yarın bir gün hayatımızdan herhangi bir sebepten çıkıp giden insanlar için de yalnızca üzülen biz oluruz
Fakat üzüldük diye kimse geri gelmez.
Geldiyse de hiçbir şey eskisi gibi olmaz.
Değmeyecek şeyleri üzülmek mantıksız.
Ne kalbini yor, ne o güzel aklını.
Herkes bu hayattan göçüp gidecek.
Sizi son hatırlayan insan da öldüğünde hiç bir anı kalmayacak geride.
Ne insanlar ne de hayat üzülmeye değmez.
İnadına gülümseyin...
Şunu öğrendim hayatta; kimse için üzülmeye değmez.
İnsan, önce kendi bir değer. Kendine değer vermeyip; başkaları için saçını süpürge yaparak tavizler verdikçe, karakterinden ödün verip başkaları için yaşamını şekle sokmaya çalıştıkça dipsiz bir kuyuya doğru sürükleniyor. Sonsuz labirent. Hem çıkmaz sokaklar tekin değil hiç.
Kendinizi dahi kaybedebiliyorsunuz yeri gelince.
Sonuçta bir kere geliyoruz yaşama ve evet hepimiz faniyiz geldik gidiyoruz da ancak insanın kendisi mühim önce ve daima. Başkası değil.
Kimse için kendinden fazla üzülmeye hayata küsmeye, hayatınızı hiç değilmişcesine karmaşaya sokmaya ve kendinizden fazlasını başkasını düşünerek iç sesinizi susturmanıza değmez.
Yaşınız, cinsiyetiniz, hayat görüşünüz ne olursa olsun, olmuyorsa zorlamanın da anlamı yok.
Yazgı bir kere yaşanır.
Çünkü başka bir dünya yok.