Şehrin birinde mezarlıklar müdürlüğü, yaptığı hizmetle birazcık övünebilmek adına, şöyle bir yazı astırır:-Bu şehirdeki mezarlıklar temiz ve güvenlidir.
Vatandaşın biri buna çok kızar ve der ki, “ne yapalım yani, ölelim mi?”Haklı, ölelim mi?Durun yahu, ne ölmesi?
Elbette ki bu afişi asan kişiler, “haydi yine iyisiniz, rahat rahat ölebilirsiniz, sizin için mezarlıkları da temizledik” düşüncesiyle asmamıştır. Ama insanımız gergin. O mezarlığa ne yazarsak yazalım, canını sıkacaktır. Öyle ya, İstanbul’da bir mezarlığa “her canlı ölümü tadacaktır” ayeti asıldı diye ortalığı karıştıranlar çıkmadı mı? Çıktı. Yine çıkar. Böyle insanlar hayatımızda her an olacaktır. Ne yapacağız? Geçen gün radyoda bir şarkıya denk geldim. Popüler müzikle pek aram yoktur doğrusu. Ama şarkıda geçen bir söz çok hoşuma gitti. Diyordu ki “aklımda yeni bir formül var, hayata karşı.”
Güzel fikir. Bir formül şart. Ama nasıl?Şunu söyleyeyim, ben bu yazıya mezarlık örneğiyle başlarken, şöyle düşündüm. Okuyanlar az da olsa tebessüm etsin. Yüzü gülsün. Yazılarımın asık suratla okunmasından pek haz etmem. İnsanın yüzü asılabilir, canı sıkılabilir, keyfi kaçabilir, tadı olmayabilir. Ama bu özellikler geçici bir süre için değil de, bir huya dönüşüp, kişinin üzerine yapıştıysa, artık o insanın bir karakteri olup, mizacı haline geldiyse, geçmiş olsun diyelim. O insanlar artık bizim yaşam kalitemizi düşürecek, enerjimizi emecek, hayatımızı çekilmez hale getirecektir.
Peki ne yapalım? Söylüyorum, sıkı durun. -Bu insanları hayatımızdan çıkaralım.
Liseden bir arkadaşımla tam on beş yıl sonra görüştük. O zaman da mutsuzdu, şimdi de mutsuz. Neden biliyor musunuz? Çünkü kendisi olmasına, kendisini gerçekleştirmesine, kendisi gibi davranmasına izin vermeye kişiler var etrafında. Neymiş yakın arkadaşlarmış. Uzaklaşın efendim, mecbur musunuz yakın olmaya? İki insan birbirine iyi gelmiyorsa, neden arkadaşlık yapar, ben bunu zaten ezelden beridir anlamış değilim.(Ezel dediğim yanlış anlamayın, “ezel” dizisinden beri.)
Ezeli hatırlamışken, cümleye “Ramiz Dayı” gibi başlayalım. Mesele ne biliyor musun kardeş? Mesele şu, biz, toplum olarak karşısındakini kırmama adına, kendisini parçalara ayıran insanlar olmuşuz. Hep içimize atmışız, alttan almışız. Ama birçok defa, öfke patlaması yaşamışız. Ortalığı dağıtmışız. Üstelik bunları da hep olmaması gereken zamanlarda, olmaması gereken kişilere yapmışız.
Tamam da ne yapacağız? Söylüyorum efendim. Sade olacağız. Sade davranacağız. Sade konuşacağız. Hayatımızı sadeleştireceğiz.
Samimiyet adı altında, lüzumsuz yakınlaşmalara müsaade etmeyeceğiz. Haddi aşan olursa, “dur bakalım” diyeceğiz. Ama bunu derken de nezaket dilini tercih edeceğiz. Kimliğimizi tatlı bir üslup üzerinden şekillendireceğiz.
Kalbimizi kırıp duranları, saygısız davrananları, laftan anlamayanları şöyle bir kenara iteceğiz.
Eğer o insanlar, hayatı beraber yürütmek zorunda kaldığımız kişiler değilse, hazır Pandemi de varken, arayı açacağız. Öyle bir buçuk iki metre falan değil ha, mümkünse görmeyecek, görülmeyecek bir mesafe ayarlayacağız.
Selamı kesmeyeceğiz belki ama, eskisi gibi de olmayacağız.
Kırmayacağız, kırılmayacağız. Dengeyi kuracağız. Ortayı bulacağız.
Bizi geren kişilerden uzaklaşınca, inanın rahatlayacağız. Gülmek bulaşıcıdır. Gülmeyi seven kişileri hayatımıza alınca, bunu anlayacağız.Karşımızdaki kişi kim olursa olsun, her bireyin bir sınırı olduğunu hatırlatacağız.
Sınırlarımıza hakim olacağız. Böylelikle sinirlerimize hakim olmak zorunda kalmayacağız.
Bakın işte o zaman, daha derin ve daha rahat nefes alacağız.
Orhan DOĞANGÜNEŞ
MESAFE
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Ağzınıza sağlık hocam...