Yaratıldık ve yaşıyoruz. Allah’ın bildiği bir sona doğru akarak devam ediyor her nefes alışımız. Ama zamanla, kendi kıymetimizi bilmediğimizden olsa gerek, kir ve günah denizine daldık. Yazık ettik kendimize.
“Başınıza gelenler ellerinizle yaptıklarınızdan” diyor yüce Allah. Evet; ne geliyorsa başımıza, olumlu olumsuz ne yaşıyorsak ellerimizle hazırlıyoruz her malzemeyi. Kendimizin kıymetini bilmediğimizden kaynaklanıyor. Allah’ın pırıl pırıl yaptığı bu bedeni ve ruhu kendi ellerimizle heder ediyoruz.
Nasıl mı? Son derece kolay bir şekilde hem de hiç zorlanmadan!
Belki küçük ama yanlış adımlar. Aslında her şey küçük yaşlarda başlıyor.
Önce anne ve babamızın denetimindeyken sapıyoruz başka yollara. Onları dinlemeyerek, ikazlarına uymayarak ilk adımı atıyoruz. Neye yapma denilirse sanki inadına yaparak kendimize ilk darbeyi indiriyoruz.
Kötü ve hayırsız arkadaşlarla, hep birlikte güle oynaya! Derken beden de ve ruhta ilk olumsuz sinyaller başlıyor. Sonra çevreymiş, okulmuş derken yaradılış harikası o olağanüstü varlık gidiyor, adeta başka bir şeye dönüşüyoruz.
Gençlik çağının deli poyrazında günah kirlerini şeref madalyası zannediyoruz. Kendimize yazık ettiğimiz yetmezmiş gibi, bize takılanlara da yazık ediyoruz.
İnsan düşünmeden edemiyor. Paramızı, malımızı mülkümüzü korumak için bunca çaba harcarken, neden kendimizi korumak için çaba sarf etmiyoruz?
Oysa korunmaya ve muhafaza edilmeye layık olan bizleriz. Hadi kendimizden geçtik. Ne olacaksak olduk, ne olmayacaksak olmadık diyelim. Üzerine titrediğimiz, gözümüzden sakındığımız çocukların manevi varlığına, ebedi hayatlarına verdiğimiz değer bu kadar mı olmalı? Derslerindeki bir kırık not bulunca üzülürken, gözümüzün önünde paramparça olan tertemiz fıtratları için nasıl kılımız kıpırdamıyor?
Bu mücevherin değerini kim bilir? En büyük günahımız, Allah’ın yarattığı bu bedenin ve ruhun kıymetini bilmemekle başlıyor. Her şeyin sebebi, kendimizde kendimiz için saklı hazineleri bilmemek. Kendimizi kötülüklerden korumuyoruz, günahlardan kaçınmıyoruz paha biçilmez bir mücevher olan kalbimizi taşa toprağa gömüyoruz. Sonunda da neye dönüştüğümüzü göremiyoruz.
Oysa Allah bizi ne güzel yaratmış. Ve bu güzelliği korumak için ne harika bir reçete koymuş avucumuza. Koyduğu yasaklar korunmamız için. Tıpkı bir annenin evladını korumak için uyguladığı yasaklar gibi
Yaradan’ımız bizi bizden daha çok koruyor. Ama anlamıyoruz ya da anlamak istemiyoruz.
Dünya yurdunu kötüleyerek geçiriyoruz çoğumuz hayatı. Dünyanın ne suçu var?
O Allah’ın emriyle yaratıldı ve bizlere yaşam alanı olarak sunuldu. Nice güzelliklerle dopdolu yarattı Allah. Yıldızlarla süsledi, çeşit çeşit yiyeceklerle doldurdu, hayvanları emrimize verdi. Kimini besin, kimini binek olarak. Yaşadığımız dünya. Ama onun da değerini bilemiyoruz. Onu yaşanmaz ve çekilmez hale getirenlerde insanlar değil mi? Bu kadar hırsla bağlanmasaydık, verilenle yetinseydik, kıymet ve değer bilseydik türlü çeşit afetler gelmeyecekti başımıza. Buraya kiracı olarak taşındık, mülkü talan ediyoruz. Kendimize mal sahibi rolü biçiyoruz.
Demek ki bizde eksiklik var.
İyi ve kötü, doğru ve yanlış, güzel ve çirkin belli.
Yol apaçık ortada. Hâlâ anlamıyorsak, anlamak istemiyorsak o büyük günde sığınacak hiçbir mazeretimiz olmayacak.
“Yazık sana!” denilecek.
İtiraf etmek için o günü mü beklemeliyiz: “Ben yazık ettim kendime !”