Neden İstanbul Sözleşmesi? En yalın haliyle İstanbul'da imzalandığı için adına İstanbul Sözleşmesi denmiş.
Avrupa Konseyi tarafından imzaya açılan bu sözleşme, bundan 9 yıl önce 11 Mayıs 2011 tarihinde 46 devlet ve Avrupa Birliği tarafından imzalanmış, 2014'te de yürürlüğe girmiştir.
Ayrıca sözleşmeyi ilk kabul eden ülke Türkiye'dir.
Peki ne oldu da 8 yıl önce kadınların haklarını savunan bu sözleşmeyi imzalayan ülkeler arasında başı çeken Türkiye, şimdi İstanbul Sözleşmesi'nin karşısında durur oldu? Orası muamma...
Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi'ni (İstanbul Sözleşmesi)'ni imzalayan ülkeleri şöyle bir sıralayıvereyim...
İSTANBUL SÖZLEŞMESİNİ İMZALAYAN ÜLKELER:
Arnavutluk, Andorra, Avusturya, Belçika, Bosna Hersek, Hırvatistan, Kıbrıs, Danimarka, Finlandiya, Estonya, Fransa, Gürcistan, Almanya, Yunanistan, İzlanda, İrlanda, İtalya, Lüksemburg, Malta, Monako, Karadağ, Hollanda, Norveç, Kuzey Makedonya, Polonya, Romanya, Portekiz, San Marino, Sırbistan, Slovenya, İspanya, İsveç, İsviçre.
İstanbul Sözleşmesi; kadına karşı şiddette bağlayıcı düzeyde olan ilk uluslararası sözleşme özelliğini taşımakla birlikte kadına şiddete dur diyebilen, cinsel yönelimi ne olursa olsun kişiye (mağdura) sahip çıkan, ister kamuda ister özelde, psikolojik, fiziksel, cinsel şiddette mağdurun yanında olan, her türlü tehditten, alıkoymadan, aile içi veya değil, evli veya değil, aynı evi paylaşsınlar veya paylaşmasınlar her türlü şiddette mağduru koruyan bir sözleşme.
Kim kabul etmez ki böyle bir sözleşmeyi? Etmeyen etmiyor işte. Örneğin Abdurrahman Dilipak...
Sayın Dilipak'a göre sözleşme Allah rızasına uygun değilmiş. Şöyle diyor Dilipak konuyla alakalı: "Biz kendi değerlerimiz açısından böyle bir sözleşmenin insan haklarına da temelde Allah’ın rızasına da uygun olmadığını, yine insan hakları açısından bir aldatmacanın söz konusu olduğunu, kaş yapayım derken göz çıkartan bir sözleşme olduğunu düşünüyoruz."
Bir sözleşmeyi okuyorum bir Dilipak'ı,
Bir sözleşmeyi okuyorum bir Dilipak'ı
Bir sözleşmeyi okuyorum bir Dilipak'ı...
Derken Dilipak'ı okumayı bırakıp sözleşmeye geri döndüm.
1 Sözleşmenin maksatları
a kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti
önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak;
b kadına karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve
kadınları güçlendirmek de dahil olmak üzere, kadınlarla erkekler arasında önemli
ölçüde eşitliği yaygınlaştırmak;
c kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin tüm mağdurlarının korunması ve bunlara
yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve, politika ve tedbirler tasarlamak;
d kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırma amacıyla uluslararası işbirliğini
yaygınlaştırmak;
e Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin ortadan kaldırılması için bütüncül bir
yaklaşımın benimsenmesi maksadıyla kuruluşların ve kolluk kuvvetleri birimlerinin
birbiriyle etkili bir biçimde işbirliği yapmalarına destek ve yardım sağlamak.
2 Tarafların söz konusu Sözleşmenin hükümlerini etkili bir biçimde uygulamalarını sağlama
amacıyla bu Sözleşmede spesifik bir izleme mekanizması oluşturulmuştur. "
Sözleşmenin başlıca amaçlarının yukarıdaki maddeler olmasıyla birlikte, çok detaylıca hazırlanmış, ayrımcılıktan arınmış, her yönden mağduru destekleyen bir sözleşme olması,önemine önem katıyor.
İstanbul Sözleşmesi'ni desteklemeyenler ise bu sözleşme ile aile kurumunun yok edilmek istendiğini, evli olmayan partnerlerin evli olmadıkları için ahlaksızlık yaptığını ve ahlaksızlığın da savunulmaması gerektiğini savunuyorlar. Yani bir bakıma onlar için bir çift evli değilse şiddet yabana atılabilir. Bir çift evli değilse şiddeti hak etmiştir. Bir çift evli değilse devlet tarafından destek görmemelidir, korunulmamalıdır!
Bunu onlar diyor. Evet alenen bunu diyorlar.
Örneğin Yeni Akit yazarı Vehbi Kara, bunu var gücüyle savunuyor, hatta sınırlarını aşıp işi devlete hakaret boyutuna kadar taşıyor, hükümetin bu çirkin projeye alet olduğunu, bir an önce bu yanlıştan dönülmesi gerektiğini söylüyor.
31 Ağustos 2019'daki yazısında "Bu yazı hükümeti ikaz etmek ve yapılan yanlışları dile getirmek için kaleme alınmıştır." diyerek başlıyor ve ekliyor... "Kadınları hiç gereği yok iken çalışma hayatına zorla sokmaya çalışmak çok büyük yıkımlara yol açmıştır." diyor ve ekliyor... “Kadına Yönelik Şiddet ve Hane İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele” adı altında bir geçici komiteyi yani CAHVIO’yu kurarak; Şeytanı dahi utandıran ahlaksızlık projesini İstanbul’da yürürlüğe soktular..."
Sayın Kara'nın ahlak anlaşıyla şahsımın ahlak anlayışı hiç örtüşmemekle beraber, defalarca okumama ve cidden onu anlamak istememe rağmen anlayamıyorum. Ahlakın onun sandığı gibi bir şey olduğunu düşünmüyorum. Ahlak ve namus kavramlarının sadece kadın üzerinden addedilmesini esefle kınıyorum. Tüm kadınlar adına... Tüm ezilen kadınlar adına...
Ahlak ve namustan söz açılmışken örneğin sözleşmenin 14. sayfasında 42. maddede şöyle yazıyor: "Sözde “namus” adına işlenen suçlar da dahil olmak üzere, işlenen suçlar için gerekçelerin kabul edilmemesi"
Benim için 30 sayfa bir kenara, bu madde bir kenara... Bu ülkede kadının omzundaki yüklerden birisi de uğruna canımızı alacakları namusumuzun, başka erkekler tarafından korunmak istenmesi, namus kavramının içini boşaltıp ortaya bir tek kadının oturtulması.
Halbuki sandıkları gibi bir şey değil namus. Namus; tezgahın ön kısmına iyi üzümleri koyup müşteriye arkadan ezik üzümleri vermemektir. Namus; düşkün insana yardım edebilecek güçteyken sırtını dönmemektir. Ateşin ortasında yanmamaktır namus! Hiçbir çıkarın yokken bile iyi olanı seçmektir. Bunların hepsi ve daha fazlasıdır ancak tek bir şey değildir. Kadının bacak arasından ölçülebilecek bir kavram değildir. Daha ehemmiyetlidir!