Türk televizyonlarında ekrana gelecek olan yapımların tek derdi vardır:
Reyting ve izleyici devşirmek. Aslında kamusal yayıncılık, toplumsal yararlılık derdinde olması gereken televizyonlarımızın reyting ve izleyici devşirme derdinde olması, zaman içinde büyük bir ahlaksızlık furyasını gözümüzün içine dayatmıştır. Peki, bu kirlilik ortamının nedeni ne? “İzleyici istiyor, biz veriyoruz” şeklinde bir anlayışla hareket eden televizyonların program koordinatörleri ve yapımcılarının bu işte ne kadar payı var?
Toplumumuzun televizyon ekranlarından önümüze konulan kirli bir dünya vasıtasıyla hızla çürütülmeye çalışıldığını, ahlak iklimimizin karanlık bir atmosfere doğru kaydırıldığını, edep duygumuzun yok edildiğini, materyalist, kapitalist, hedonist, egoist bir dünya görüşünün insanlarımızın zihinlerine boca edilerek dayanışmadan, sevgiden, saygıdan ve ahlaktan uzak “iffeti değil şehveti başrole koyan” bir anlayışı evlerimizin içine taşıyan bu kirli dünyanın temel sebebinin “izleyenler” olduğunu ilk etapta söyleyebiliriz…
İzleyicilerin elbette belli oranda suçu var. Ama bu kirli dünyayı gözümüze sokanlar, bunları üretenler, rezilliklerin ve kirliliklerin prim yaptığını, reyting getirdiğini fark ederek, giderek çirkeflik boyutuna işi taşıyanlar, televizyonların başında olan idarecilerdir, genel yayın koordinatörleridir, genel müdürlerdir, bu yapımların evlerimizde fuhşiyat yaymasına neden olanlardır.
Elbette bu rezilliklerin bir başlangıç noktası vardı. Dejenerasyon ve ahlaki kaygılardan uzak yapımlar, bir şekilde prim yapmaya başlamıştı. Televizyonların başındaki idarecilerin, ellerine bu yapımlar geldiğinde, “Bunlar marjinal konular. Bir yeğenin amcasının karısıyla fingirdeşmesi bizim ahlak anlayışımıza uymaz. Biz bunları kabul etmiyoruz, yayınlamıyoruz” diyebilmeliydiler.
Oysa, bu toplumsal ahlakımızı yok etmeye ant içmiş güruh, “En çok dikkat çeken, reyting getiren ahlaksızlık furyası benim ekranıma gelsin.
Benim derdim paradır” zihniyetiyle her yapımın bir öncekinden çok daha kirli ve bataklık bir yapı arz etmesine seyirci kaldılar. Zamanla, izleyici bu kirlilik ve bataklık içinde yol ve yön bulma duygusunu bile yitirdi.
Hani şairin dediği gibi, “Bütün renkler kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler”…
Kirlilik, tüm televizyonları kapladı… Kirlilik tüm evlerimizi kapladı… Kirlilik, tüm zihinlerimizi kapladı… Toplumsal çürüme hızlandıkça hızlandı.
Televizyon ekranlarından odalarımıza boca edilen ahlaksızlık ve kapitalist kültür, insanlarımızın edep ve haya duygusunun yok olmasına, ahlakın çürümesine, toplumun manevi dinamiklerine bomba konulmasına yol açtı.
Bir toplumu yok eden, bitiren, çürüten unsur, ne ekonomik kaygılardır, ne siyasal mülahazalardır. Bir toplumu yok eden unsur, toplumsal ahlakın yok olması, kötülüğün içselleştirilmesi, nerde akşam orda sabah yaşantı tarzının hayatımızın her alanını kuşatmasıdır.
Maalesef, bugün televizyonlarımızda ekranlara getirilen diziler, yapımlar ve ürünler, toplumsal manevi çimentomuz olan ahlakı bitirmiş, edepsizliği, hayasızlığı önümüze dayatmış, iffeti değil şehveti başrole koyan bir anlayışı insanlarımızın zihinlerinde ön plana çıkarmıştır.
Anlayana, anlayabilene…