Bizler, büyükleri sayıp küçükleri severek, su küçüğün, söz büyüğün diyerek büyüdük.
Bugün geldiğimiz noktada insanların gergin ruh halini görünce kendi kendimize sormadan geçemiyoruz.
Ne oldu bize? Acaba saygısızlaştık mı, yoksa saygı kavramının içi mi boşaldı? Saygı dejenerasyona mı uğradı? Maalesef görüyoruz ve şahit oluyoruz ki küçüğün büyüğe saygısı, büyüğün de küçüğe sevgisi kalmadı.
Herkes kendi bildiğini okuyor. Her şeyi yitirdik birer birer. Barut fıçısı gibi olduk, kıvılcımlar saçıyoruz etrafa.
Farkında olmadan bazen o kadar küçük ve anlamsız şeylere karşı öfke duyuyor, sebepsiz yere sinirleniyoruz ki hemen her şeye parlıyor, kırıp döküyoruz. Adeta hayatımız pamuk ipliğine bağlı.
Evde, iş yerinde, caddede, sokakta yolda, tarlada, bağda, bahçede, çarşıda, pazarda, kısaca yaşamın sürdüğü her yerde böyle! Eğer pamuk ipliğine bağlı bir hayatımız varsa dikkatli olmamız lazım, çünkü koptuktan sonra atılan düğümler yapılan yamalar, eski sağlamlığı vermiyor. Atılan düğümler elimizi, söylenen sözler kalbimizi sızlatıyor. En küçük bir sebep yetiyor tüm iletişimi ve sosyal ilişkileri kesmeye. Böyle olunca da birbirimize, kırılıyoruz, darılıyoruz, küsüyoruz ve aramıza mesafe koyuyoruz.
Ne yazık ki bazen farkında olarak bazen de farkında olmayarak insanların ya kalbini kırıyoruz, ya da kalbimiz kırılıyor, üzülüyoruz. Kalbi kırık insanın içinde yaşadığı acı ve üzüntüyü elbette anlatmaya kelimeler cümleler yetmez. Aslında insan en çok sevdiğine kırılır. Biz de en çok sevdiklerimizi kırıyoruz, sevdiklerimize kırılıyoruz. Pamuk ipliğine bağlı bir hayatın içinde buluyoruz kendimizi. Peki, pamuk ipliği koparsa! İşte o zamanda mesafeli davranıyor kaçamak yaşıyoruz her şeyden. Bazen kendimizden bile kaçıyoruz. Hep içimize atıyoruz sevgileri, hüzünleri, mutlulukları..
Utanıyoruz. Kızgınlıklarımızı hep içimize atıyoruz. Ruhumuzu bir yerlerde bıraktık, bulamıyoruz. Sevgilerimizin bile sebebi çıkar ilişkisine dayalı. Hep bir şeyler bekliyoruz karşımızdakinden. Peki… Ne veriyoruz. Arkadaşlığı bile beceremiyoruz. Bazen bir merhaba demek bile zor geliyor. ”O bana dün selam vermemişti ben neden vereyim” bile diyebiliyoruz. Aslında kendimizle inatlaşıyoruz. Egomuz daima üstün geliyor. Sebebini bilmiyoruz. Düşünmüyoruz. Geleceğimizi, geçmişimizi içinde bulunduğumuz anı bile düşünmüyoruz. Hep gel geç ilişkilerde gözümüz. Hep başkası olmakta…
Kendi benliğimizi kaybettik. Tanımıyoruz içimizdeki beni. Ne istediğimizi ne beklediğimizi bile bilmiyoruz. Kendimizden bile kaçıyoruz. Yüzleşemiyoruz kendimizle. Eleştiride dozu kaçırmaktan korkmuyoruz ama kendimize yöneltilen eleştirileri saldırı olarak algılıyoruz. Hayatın tüm yanlışları hep bizim dışımızda… Bir tebessümü bile çok görüyoruz karşımızdakine. Bilmiyoruz, aslında o çok gördüğümüz tebessümün kendimize verdiğimiz en değerli hazine olduğunu… Küçük şeyler için insanlar birbirlerini kırmamalılar, birbirlerine hakaret etmemeliler. Dostluklarını bozmamalılar. Hepimiz zaman zaman hatalar yaparız yapmaya da devam edeceğiz. Bu hatalar bizi kötü insan yapmaz. Bir insanın niyeti iyi olduğu sürece, o insana 'kötü' demek zaten mümkün değildir.
Hiç düşündünüz mü peki neden pamuk ipliğine bağlı bir hayat yaşıyoruz? Başkalarına verdiğimiz bütün tavsiyelere, herkesten önce kendimizin uyduğu, olabildiğince keşkesiz bir hayatı, ulaşılmazlık kalkanından kurtularak geçirmeniz dileğiyle.