Bu sabah diğer sabahlar gibi değildi, yüreğinde bir serinlik hissetmekteydi ve gözleri pencereden dışarıya ilişti.
Papatyalar huzur vermekteydi ve üstelik hava da bir hayli güneşliydi.
Her şey ne kadar da güzeldi.
Galiba bugün karamsar olmak için uygun bir gün değildi.
Belki de artık, kışın sonundaki bahar, gecenin sonundaki nehar gelecekti.
Kim bilebilirdi?
Hayata dair bütün ümitleri bir bir boşa çıkmıştı. “Bu kadarı da olmaz” dediği ne varsa olmuş, “bu kadarını da yapmaz” dediği kim varsa, tam olarak o kadarını yapmıştı.
Yorgundu. Bu kronik yorgunluğun sebebi belki de dinlenecek bir gönül bulamamış olmasıydı.
İyiliğe, iyi insanlara, doğrulara ve ahlaki değerlere inancı kalmamıştı.
Zaman zaman kendini mutlu olması haram olan, lanetli bir kavmin ferdi sanmaktaydı.
Kaderin, kendisini imtihan ettiğinin farkındaydı, fakat dini kavramlardan mümkün olduğunca uzak kalmaya çalışmaktaydı.
Oysa bir zamanlar, hayatına en büyük anlamı, imanı katmaktaydı.
Ne güzel zamanlardı!
Ruhu, manevi bir iklimin içerisinde huzurla dolaşmaktaydı ve duruşunda, herkesi olduğu gibi kabul edebilmenin vakar tavrı vardı.
İmanını, güzel davranışlar ile cilalardı ve ibadetleri bir yük olarak görmez, onlardan mümkün olduğunca lezzet almaya bakardı.
Bir yerde hata yapmıştı. Bülbül ile gezip gül bahçesinde olmak varken, kargayla dost olup, çöplükte yatıp kalkmıştı.
Yüreği, her geçen gün kararmıştı ve farkına varamamıştı.
Önce nafileleri, sonra sünnetleri, sonra vacipleri, sonra da farzları kenara bırakmıştı. Bunların hepsini aşama aşama, yavaş yavaş yapmıştı.
En sonunda da, iman hakikatlerine kafayı takmıştı. İmtihanda olduğuna şiddetle karşı çıkmaktaydı.
Masum “acaba”lara aldanmış, önemsemediği günahlara dalmış ve sırf dostlarını kırmamak adına Gayretullah’a dokunacak laflara sessiz kalmıştı.
Şimdi ise, her şeyi çok iyi bilen, her lafa karşı çıkan, her insana şüpheyle yaklaşan, ömrü ama’larla, fakat’larla, lakin’lerle geçen ve güven duymayı beceremeyen bir bahtsız konumundaydı.
Üstelik yapayalnızdı. En büyük zenginliği olan imanına kast edenler, birer ikişer kendisini bırakmıştı.
İnsanın inancını çalmak ise, en büyük hırsızlıktı.
Aslında yalnızlığa alışkındı, fakat zor zamanlarında ona garipliğini hissettirmeyen bir Rabb'i vardı.
Peki ya şimdi? Acaba pişman olup huzura varsa, kendisini affettirebilir miydi?
Tüm cesaretini toplayıp o kapıyı yeniden çalsa, her şeyi unutturup içeriye girebilir miydi?
Uzun yıllar sonra, bir ümitle ve tebessümle yatağına girmişti. Eski bir dosta olan hasretin ve yeniden kavuşabilme ihtimalinin, heyecanıydı yüreğindeki.
Bu sabah diğer sabahlar gibi değildi, yüreğinde bir serinlik hissetmekteydi ve gözleri pencereden dışarıya ilişti.
Papatyalar huzur vermekteydi ve üstelik hava da bir hayli güneşliydi.
Her şey ne kadar da güzeldi.
Galiba bugün karamsar olmak için uygun bir gün değildi.
Belki de artık, kışın sonundaki bahar, gecenin sonundaki nehar gelecekti.
Kim bilebilirdi?
Orhan DOĞANGÜNEŞ