Meslek kaygısı, gelecek kaygısı, geçim kaygısı. 
 
Bunlar her zaman vardı. Ancak okumak, üniversite bitirmek, tahsil sahibi olmak bu kaygıları bir miktar azaltırdı. 
 
Fakat son yıllarda… 
 
Yazının geri kalan kısmını siyasetten başka bir şey düşünmeyen ve ömrünü bir siyasi partiyi ölesiye savunmak ya da bir siyasi partiyi gözü kapalı karalamak için harcayanlar okumasın. Çünkü bu yazı onları mutlu etmeyecektir. Bizim derdimiz siyaset değil. Ben bu yazıda siyasi bir amaç gütmüyor, eğitimcilerin bakış açısıyla derdimizi anlatmaya çalışıyorum. 
 
Neyse, nerede kalmıştık? Evet gelecek kaygısı her zaman vardı. Fakat son zamanlarda çok daha fazla artmadı mı? 
 

Varsa çevrenizde üniversiteye hazırlanan gençler şöyle bir karşınıza alın sohbet edin.Kaç tanesi hayal ettiği üniversiteyi kazandığında her şeyin yolunda gideceğine inanıyor? 
 
Ya da eğer cevabını duymaya hazırsanız şöyle bir soru sorun: 
 
-Kaç tanesi geleceğe dair hayal kuruyor? 
 
Peki ya üniversiteye gönderdiklerimiz? İstedikleri puanları alsınlar diye emek üstüne emek veren öğrencilerimiz.  
Çekinmeyin onlara da sorun. Kaç tanesi ülkesinde kalıp memleketine hizmet etmek istiyor? Kaç tanesi yurtdışına gitmeyi kurtuluş reçetesi olarak görüyor? 
 
Kızıp öfkelenmenin bir faydası yok. Bunlar bizim çocuklarımız. Karşımızda hayatın gerçekleri var. Hastalığı tedavi etmek istiyorsak önce teşhis edeceğiz. Teşhisin konulması için de evvela “ben hastayım” diyeceğiz. 

 
Eğitim, çok karmaşık ve kompleks bir mesele. Dış etkenler sayamayacağımız kadar fazla. Arkadaş ortamından etkilenmesin diye sokağa çıkarmadığımız gençlerin eline telefonu veriyoruz. Bırakın mahalleden etkilenmeyi, dünyanın öbür ucundaki bir zararlı davranışı alıp hayatının merkezine koyabiliyorlar. Bunlar uzak şeyler değil. 
 
Zorla lise okuttuğumuz çocuklar bir süre sonra güvenlik sorunu haline geliyor. Öğrencisi tarafından öldürülen İbrahim müdürümüz meselenin görülen kısmı. Öğretmenini tehdit eden, saldıran başka öğrenciler yok mu sanıyorsunuz? 
 
Ya veliler?  
 
Eski velilerin öğretmene gösterdikleri hürmet ile şimdiki velilerin tutum ve davranışlarını karşılaştırabilir miyiz? Veli ile sağlıklı iletişim kurmak eğitimin olmazsa olmaz bir parçasıdır. Velinin fikrini almak, onlarla istişare etmek çok kıymetli ve anlamlıdır. Ancak eğitim adına hiçbir birikimi olmayan kişilerin öğretmenlere işlerini öğretmeye kalkışması da kabul edilebilir değildir. 
 
Şimdi diyeceksiniz ki “iyi güzel de öğretmen eski öğretmen mi?” 
 
 
Nasıl ki öğrenci eski öğrenci değilse, veli eski veli değilse elbette öğretmen de eski öğretmen değil. Bu konu da eğrisiyle doğrusuyla tartışılması gereken bir konu. Fakat bu yazıda değil. 
 
Pandeminin yıkıcı etkisinin eğitimi de vurduğu somut bir gerçek. Tembellik, uyuşukluk birçok  öğrencinin kanına işledi. 
 
Büyük hayaller kuramayan nice genç, üniversite sınav barajının kaldırılmasıyla küçük hedefleri de kenara itti. 
 
Herhangi bir şehirde, herhangi bir üniversitenin, herhangi bir bölümünü bitiren öğrencilerimiz, mezun olur olmaz hatrı sayılır bir maaşla masa başı iş beklentisine düşüyorlardı. 
 
Eh, kendilerince de haklılardı. Onlar üniversite mezunuydu artık. O kadar da olmalıydı değil mi? 
 
Fakat gel gelelim hayat  “bu dünyanın direği yok, merhameti yüreği yok. Kılavuzun gereği yok, yolun sonu görünüyor.” türküsünü mırıldanıyordu. 
 
Yolun sonunda ne yazık ki onları işsizlik, ekonomik sıkıntılar, stres ve alışkın olmadıkları mücadeleler bekliyordu. 
 
Üniversite mezunları öğrencilerimiz asgari ücrete dahi iş bulamazken, sanayideki motor ustası, iyi denilecek bir maaşa eleman arıyor. 
 
İşin kötüsü o da aradığını bulamıyordu. 
 
Dert büyük, mesele çok. Allah yardımcımız olsun. 

Önce bir dertlenelim. Halimize şöyle bir bakalım. Görmezden gelmeyelim. Fakat eğitimdeki sorunların sabırla, aklıselim adımlarla ve de zamanla çözüleceğini kabul edelim. 
 
Burada da bir nokta değil ama bir virgül koyalım. Sohbetimize diğer yazıda devam etmek üzere
 
Orhan DOĞANGÜNEŞ