Kimi şehirler vardır, gittiğimizde yüreğimize ferahlık getirir. Kendimizi iyi hissederiz. 
 
Kimi şehirler vardır,  adını duyduğumuzda hafakanlar basar, gönlümüz fenalık geçirir. Düşünmek dahi istemeyiz. 
 
Nedir bunun sebebi? İçinde yaşayan insanlar, arkadaşlarımız, dostlarımız diyeceksiniz. 
 

Haklısınız. Haklısınız da tek sebep bu mudur sizce? 
 
Hiç düşündünüz mü, bir şehrin planlaması, mimarisi, parkları, bahçeleri, yol kenarlarındaki çiçekleri ne kadar önemlidir? 
 
Hiç düşündünüz mü, AVM’ler ve kafelerin dışında ailemizle beraber vakit geçireceğimiz ortamlar ne kadar değerlidir? 
 
Belediyecilik denilince aklımıza ilk gelen şey inşaat. Öyle ya, ne kadar çok büyük bina varsa, o kadar çok gelişmişlik var sanki. 
 
Sürekli bir şantiye havası, sürekli bir betonarme yükselişi. 
 
Aramızda kalsın ama bu kriterler geri kalmış toplumlar için geçerli. 
 
Medeniyet çıtasını biraz olsun yükseltebilmiş, yaşanılabilirliği daha iyi durumda olan şehirlerde ise başka özellikler de önemli. 
 
Şehrinizi izleyebileceğiniz bir seyir alanından baktığınızda ne görüyorsunuz?  
 
Yeşil alanlar, ağaçlar, içimizi ferahlatacak doğal güzelliklere hala sahip miyiz? 
 
Yoksa tefekküre fırsat vermeyen, dünya telaşını ve stresini iliklerimize kadar hissettiren mekanik bir şehirde miyiz? 
 
“Burayı çok seviyorum, iyi ki burada yaşıyorum” diyebiliyor muyuz? 
 
Yoksa elimize geçecek ilk fırsatta kaçıp kurtulma hayalleri mi kuruyoruz? 
 
Şehir, ilçe, köy, kasaba her neyse. Yaşadığımız yer ruh sağlığımızı doğrudan etkiliyor. Aydınlatmadan tutun ki, temizliğe kadar her bir detay biz farkında olmadan içimize işliyor. 
 
 
Karanlık, havası kötü, yol kenarları pislik içinde olan şehirlerin bir süre sonra insanları da mutsuzlaşıyor, kabalaşıyor. 
 
Ve önce şehirler, sonra insanlar ruhunu kaybediyor. Yaşayan ölü haline geliyor. 
 
Oysa birbirine saygı duyan, selam veren, medeni bir şekilde komşusuyla geçinen, bununla birlikte iş bulabilen ve geçimini sağlayabilen insanlar olmayı istemez miyiz? 
 
Peki bu standartları sağlamak, bu imkanları vatandaşlarına tanımak, en azından bunun için çalışmak belediye başkanlarının görevi değil midir? 
 
Tereddütsüz cevap veriyorum; elbette görevleridir. 
 
Fakat bu işler biraz da arz talep meselesidir. Toplumlar neyi hak ediyorsa öyle yönetilir. 
 
Bence biz vatandaş olarak neyi hak ettiğimizi ve bunun için ne yapmamız gerektiğini düşünelim. 
 
Gerisi elbette bir şekilde gelir. 
 
Orhan DOĞANGÜNEŞ